Örümcek Kafası

3403-f-24BA-59F9-D60F
28.09.2014 15:55:17

Yok yanlış okumadınız! Bilhassa ‘kafası’ yazdım.

“Örümcek kafalı” deseydim herkes bunu; geri düşünceli, yenilikleri kolay kabul etmeyen (kimse) olarak kolayca algılayabilecekti. Ama benim meramım bu değil ki! Örümceğin pratikte kafasının nasıl çalıştığını (.anladık şimdi bazılarınızın yahu küçücük hayvana neler de vehmediyorsun! ‘Genetik kodları’ neyi emrediyorsa onu yapıyor dediğini duyuyor gibiyim) hatırlasanıza.

Hadi bakalım! “örümcek kafası”nın ardından bir de ‘genetik kodlar’ çıktı.

Türkiye‘de kafalar öyle çalıştığı için desem!

Tamam!

Merakınızı giderelim o zaman.

Örümcekler besin zincirinin en üstünde olmasalar da yaşamlarını devam ettirebilmek için en özgün avlanma tarzını uygularlar; tuzak kurup pusuda bekleme.

Akp; “Yıllar boyu kendini ifade edememiş sistem tarafından ötekileştirilip şeytanlaştırılmış tüm toplum kesimlerinden de destek alarak seçim(ler)i kazandı. ”

http://blog.radikal.com.tr/turkiye-gundemi/fakir-ama-onurlu-genc-73314

12 yıldır da bu koltukta oturuyor.

Ancak bunu tarihsel bir fırsat olarak görüp, tüm toplumsal kesimlerin hak ve özgürlüklerini garanti altına alacak bir tutum izlemek yerine, konsolide ettiği oy potansiyelinin “yaşam tercihlerini”  kendi kafasındaki toplum modelini gerçekleştirme aracı olarak kullanmayı seçti.

Başlangıçta ortaklaşarak destek aldığı birçok toplumsal grubu bu toplumun eşit vatandaşları haline getirme çabasına girmedi, hatta tam da tersini yaptı.

12 Eylül Anayasasının antidemokratik; Siyasi Partiler Yasası, seçim barajı, sendikal haklar ve örgütlenme önündeki engeller, MGK ve YÖK gibi Cunta artıklarının kaldırılmasında istekli olmadı.

Hani demiştik ya; “Dünün hak ihlaline uğramış bugünün mağrurları Alternatif Osmanlı Paradigması’yla Yeni Türkiye’yi kuracaklarını sanıyorlarsa bu üstenci bakış için onlara bir şey hatırlatılmalı; bir zamanlar Türk filmlerinin unutulmaz karakteri “fakir ama onurlu genci”…Ama Osmanlı’da da oyun bitmez…Ayrıca malumaliniz Osmanlı’da düello geleneği yoktur onun yerine pusu kurma alışkanlığı gelişmiştir!”

http://blog.radikal.com.tr/turkiye-gundemi/fakir-ama-onurlu-genc-73314

Ama bu işin bir de diyeti vardır, tuzağına düşürüp yemeği beklediğin avlarla beraber yem olmak gibi!

Bazılarımız Marksist literatürü lise döneminde okuduk ama eminim ki hepimiz Ömer Seyfettin’in “Diyet” hikayesini ilkokuldan beri biliriz! Diyet borcu olanlar(a) gün gelir gereğini yapar veyahut yaptırırlar.

Çözüm süreci’nde Godot’yu bekliyoruz!

aysel-tugluk-9319-640x360-653F-6690-F67E

27.09.2014 19:48:58

Kurban da çözüm süreci kurban edilir mi?

“Osmanlı da oyun bitmez”  hep teyit edilmiştir ya, Türkiye siyaseti de ondan aşağı kalacak değildi, o da her zaman şapkadan tavşan çıkarmayı başarmıştır. Çıkardığı tavşanlar bir işe yaramasa da bu sefer de tavşana kaç tazıya tut misali hepimizi ardından koşturmayı başarmıştır.

Şimdi de hep beraber Çözüm Süreci’nin yol haritası için Godot’yu bekliyoruz. Son telaffuz edilen tarih 30 Eylül! Hem Beşir Atalay tarafından hem de Sayın Öcalan tarafından verilmişti. Dolayısıyla 30 Eylül’e kadar bir yol haritasının netleşmesi gerektiğini düşünmek en doğal hakkımız. Ayrıca Öcalan için bir sekretarya kurulması ve denetleme görevi yürütecek bir izleme kurulu oluşturulmasının da gündemde olduğu konuşuluyor, bekliyoruz…

30 yıldır yaklaşık 40bin insanın ölümüne yol açan, 100binlerce insanı anayurtlarından ayrılmak zorunda bırakıp Türkiye ve Avrupa metropollerinde sürgüne maruz bırakan, milyonlarca insanda fiziksel ve psikolojik travma yaratan, ekonomide milyar dolarlarla ifade edilen kayıplardan bahsedilen ve şimdi Akp Hükümetinin seçimler için açılım olarak değerlendirmelerine mevzubahis olup seçim bitince ayak sürümelerine rağmen kör-topal ilerletilmeye çalışılan onların deyimiyle “Milli Birlik ve Kardeşlik” Projesi ne menem bir şey ki  “.çözüm sürecinde çok büyük katkıları olan (!) İçişleri Bakanı Efkan Ala’ya ve (çiçeği burnunda) Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’a  taş atılması.” sürece sabotaj olarak değerlendirilebiliyor.  (Yeni Şafak Abdülkadir Selvi 27.09.2014)

‘Çözüm Süreci’ nin, Akp Hükümetinin verdiği türlü sözlere rağmen adım atmadığı ve IŞİD’e destek veren politikası nedeniyle bitme noktasına geldiğini görmemek için kör ya da sahibinin sesi olmak gerek!

Daha önce de belirtmiştik ; “Model olarak Rojava Devrimi tam da DTK söylemeleri doğrultusunda Türkiye toplumu içinde laboratuvar rolü oynamaktaydı. Dolayısıyla Çözüm Süreci’nin geleceği ile Rojava Devrimi’nin ilişkilendirilmesine bu bağlamda bakılmalı. KCK Yürütme Konseyi’nin, “Kobanê’de olduğu gibi Kürtlere karşı savaşı her türlü askeri, siyasi, lojistik destekle IŞİD’e ihale eden AKP hükümetinin bu politikasına karşı sessiz kalınmayacaktır. Bakur’da çatışmasızlık, Rojava’da ve Başur’da savaş politikası kabul edilmeyecektir”  şeklindeki açıklamaları yakın bir gelecekte Akp Hükümetinin uğraşması gereken en büyük sorunu teşkil ediyor.”     http://blog.radikal.com.tr/turkiye-gundemi/gel-tezkere-gel-73528

Rojava, Akp Hükümeti tarafından uygulanan politikalarla Kürdistan’ın Gazze’sine dönüştürülmeye çalışılıyor. Herhalde anlaşılmamış! Bir kez daha açık bir şekilde yazalım; “Türkiye şimdi Rojava, Suriye, Ortadoğu politikasını Kürtlerin bir kısmıyla müzakere, bir kısmıyla savaş şeklinde yürütemeyeceğini görmeli” nokta

Bu sebeple Aysel Tuğluk’a da ilk taşı en günahsızınız atsın!

Tek tipleşmeye karşı koyuş ritüeli: Başkalaşma

images-2-bakalama-7F7B-B75E-0464
7.09.2014 01:35:45

Ezgi Başaran’ın 25.09.2014 Radikal’deki yazısını okumayanlarınız için;

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ezgi_basaran/sosyoloji_dersini_ilahiyatciya_verdiren_devlet_universitesini_acikliyorum-1214689

Okuyanlarınız devam edebilirsiniz…

Yalnız ben yorumsuz başlayamayacağım.

Skandal!

Toplumbilimsel düşünebiliyor muyuz?

Hayır!

İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi Sosyoloji Lisans programı Aile Sosyolojisi dersi ve hal-i pür melalimiz…

Biraz Toplumbilimsel düşünmeye var mısınız?

İnsan; içine doğduğu toplumsal yapının bir öznesi olarak ırk, din, mezhep ve etnik köken gibi seçme şansı olmadığı kimlikler üzerinden yaftalanıyor.

Aslında üzerimize yapışan bu aidiyet duygusu, varolmamızı/varolabilmemizi (dayanılmaz) hafif kılıyor…

İçine doğduğu toplum tarafından kabul edilmek, onaylanmak ve takdir görmek için hiçbir çaba harcamadan, sorgulamadan,  başkalaşması! gerekmeden kendini ifade etme! kolaycılığı hep bu aidiyet duygularında gizlidir…

Bu durum eşitsiz koşullar ve sınıfsal yapılar üzerinden daha da derinleşir. Sonrasındagüçlünün yanında kendini güvende hissetme, kalabalıklar içinde kaybolma lüksü! , kendini üstün görme algısı ve daha güçlü olma isteği; ötekileştirme üzerinden toplumsal bir linçe dönüşür…

Ama “başkalaşma” dayatılan kimlikler karşısında insanın tek tipleşme sürecine karşı koyuş ritüelidir.

Bu süreç; güç, iktidar ve ahlak kavramlarıyla etkileşebilir ancak yalnızca bireyin hayal gücüyle sınırlıdır. Hayal gücünün sınırlarını ise bilgisi ve kadim zamanlardan taşıdığı bilgeliği belirler.

Başkalaşma, bilginin ekildiği geniş bir özgürlük tarlasının hasatıdır.

İşte bu özgürlükler tarlasının bütünü “Sosyoloji”yi ilgilendirir. En küçük parsellerinden biri de ailedir…

Onun ne kadar özgür olduğuysa “Aile Sosyolojisi” dersini bir İlahiyatçıya verdiren Skandal zihniyette gizlidir.

Gel Tezkere Gel

112280840-tn24-0-tez-C316-B5FA-5BAE
25.09.2014 16:58:28
“Her Türk’ün asker doğduğu!” coğrafyada tezkere beklemekle geçer anaların ömürleri!
Başlatılan ama türlü bahaneler ve ayak oyunlarıyla ilerletil(e)meyen Çözüm Süreci’nin ve “Analar ağlamasın” mottosunun tezahürü değil ama, tuzu kuru politikacıların mangalda kül bırakmadıkları, hamaset dolu cümleleriyle bugün gündemde olanı başka; hasretin biteceği değil yeni acılara yol açabilecek olanı…
Artık ezberlerimizde kalan “terörün kökünü kazımak” için 10 yıllardır çıkardığımız tezkerelere yenilerini ekleyeceğiz. Ama asıl paradoks da burada başlıyor sanırım. Ve Akp Hükümetinin bu konudaki ikircikli tutumunu da anlamlandırabiliyoruz!
 Demokratik Toplum Kongresi (DTK)’nin inkar ve imha politikaları yürüten ulus devletçi anlayışlarına karşı öngördüğü;     “Demokratik özerklik; Kürdistan toplumunu Siyasal, Hukuki, Öz Savunma, Sosyal, Ekonomik, Kültürel, Ekoloji ve Diplomasi şeklindeki sekiz boyutta örgütleyerek siyasi irade yapıp, Demokratik Özerk Kürdistan inşasını hedeflemektedir.” ,
“Kültürel, etnik, cins, inanç farklılıklarının özgün ve özerk örgütlenme hakları olmalıdır. Bu halkların (Asurî-Süryani-Keldani, Arap, Ermeni, Azeri) ve Ezidi-Alevi gibi inanç topluluklarının Demokratik Özerklik içinde kendilerini temsil etmelerine önem verilmelidir.” ve “Kürdistan toplumu daha bugünden sadece Türkiye’nin değil, tüm bölge ülkelerinin en büyük demokratikleşme gücü haline gelmiştir. Kürdistan Özgürlük Mücadelesi, Kürdistan toplumunda gerçekleştirdiği demokratik, sosyal ve kültürel devrimle başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’nun demokratikleşmesi açısından büyük bir güç ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla Demokratik özerkliğin inşa süreci, bölgenin demokratikleşmesini de beraberinde getirecektir.” söylemleri doğrultusunda 14 Temmuz 2011’de ilan ettiği Demokratik Özerklik talebinin pratiği 4 yıldır devam eden Suriye İç Savaşı nedeniyle merkezi otoritenin kalmadığı otonom merkezlerin daha kolay oluşturulabildiği Rojava’da geliştirilmiştir.
Model olarak Rojava Devrimi tam da DTK söylemeleri doğrultusunda Türkiye toplumu içinde laboratuvar rolü oynamaktaydı. Dolayısıyla Çözüm Süreci’nin geleceği ile Rojava Devrimi’nin ilişkilendirilmesine bu bağlamda bakılmalı.
Rojava’nın; zihniyet itibarı ve örgütsel paralellikler nedeniyle, Pkk ve dolayısıyla Öcalan’a yakın bir siyasi akım olduğu sır olmayan en etkili ve güçlü siyasi hareketinin, PYD Eşbaşkanı Salih Müslim’in geçtiğimiz ocak ayında Türkiye’ye yönelik şu çığlığının da hiç dikkate alınmadığı gözlerden kaçmamalı:  “Karkamış kapısı, Nusaybin, Akçakale kapısı… Bunların hepsi Kürt bölgelesinin kapıları ve İŞİD’in elinde. En azından Kobani’den bir kapı açalım insani yardım için dedim. Söz verdiler ama açmadılar. Hatta biz halkımıza ‘Türkiye bize yardım edecek’ diye propaganda yaptık. Belki bir 20 kamyonun geçişine izin verdiler Dırbisi’ye. Sonra tekrar kapattılar. Biz onlara Türkiye’ye hiçbir zaman düşman olmayacağımızı anlattık. ‘Sınıra bakın Kürtlerin bulunduğu yerlerden Türkiye’ye karşı bir tek silah sıkılıyor mu’ dedik.”
KCK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan tarafından, IŞİD’in Kobanê’ye düzenlediği saldırılarla ilgili olarak, “Kobanê saldırısı ile Kuzey’deki süreç aslında bitmiştir. Son sözü başkan Apo söyleyecektir” şeklinde dillendirilen çatışmasızlık şartının Rojava’yla ilişkilendirdiği ayrıca KCK Yürütme Konseyi’nin, “Kobanê’de olduğu gibi Kürtlere karşı savaşı her türlü askeri, siyasi, lojistik destekle IŞİD’e ihale eden AKP hükümetinin bu politikasına karşı sessiz kalınmayacaktır. Bakur’da çatışmasızlık, Rojava’da ve Başur’da savaş politikası kabul edilmeyecektir”  şeklindeki açıklamaları yakın bir gelecekte Akp Hükümetinin uğraşması gereken en büyük sorunu teşkil ediyor.
Önceden emperyalistler ve bölgesel işbirlikçileri tarafından Suriye İç Savaşında geçer akçe olan bu Selefi çetenin (yanlış anlaşılmasın! IŞİD’i kastediyorum) özellikle Merkezi Irak Yönetiminin kontrolündeki Sünni Müslüman aşiretlerin yoğun olarak yaşadıkları ve (Şii) Maliki yönetiminden hoşnut olmayan unsurların da desteği ile önce Tikrit, Felluce, Samara’da palazlanıp ardından Musul’u ele geçirmesiyle başlayan yürüyüşü, Kerkük’e saldırması Hewler’e (Erbil) göz dikmesi ve Şengal’de yaptığı soykırım ile doruğa çıkmıştı. Sonrasında Irak ve Suriye’nin özellikle petrol ve rafineri tesislerinin bulunduğu bölgelerine doğru yayılması hem coğrafi hem de etnik ve mezhepsel olarak daha kolay oldu. Bu bölgeler hem nüfus yoğunluğu bakımından sayıca az ve tam da onların istediği kompozisyondaydı. Sırasıyla Ramadi, Rakka, Haseke bölgelerine yayıldılar. Açılan Sünni koridorun neticeye varması daha önce El Nusra çetesinin elinde olan Telabiyad-Akçakale kapısına ulaşması ile mümkündü…Evet lojistik anlamda baktığımızda Rojava Kantonları içerisinde niye buraya güçlü bir şekilde saldırıldığı Kobanê’de niye bu kadar çok gürültü çıktığını şimdi sanırım daha iyi anlayabiliriz.
Gelelim Akp Hükümetinin durumuna…
Musul’da verdiği 49 rehineyi de bahane ederek Cidde Bildirgesine imza atmayan Türkiye hemen ertesinde 101 gün sonra rehinelerine! kavuştu…Yapılan operasyonun! ardından kutlamalar bittiğinde gerçekle yüz yüze kalınacaktı…Cidde ve Batı Koalisyonu Türkiye’yi IŞİD’e karşı yapılacak operasyonlarda birlikte hareket etmeye zorlarken diğer taraftan Pkk çizgisindeki PYD ile omuz omuza savaşma açmazıyla karşı karşıya kalan Akp Hükümeti bu durumdan da yeni bir alâmet-i fârika yaratır mı? bekleyip göreceğiz.

Üçüncü Yol*yes we can

images-2-340B-0120-49A3
24.09.2014 17:47:08

İki yanlış bir doğru etmiyor…

Ne yapalım yani! Şimdi iktidarı elinde bulunduranların yaşama biçimlerimiz üzerinden ötekilerle! tepişerek hesaplaşmalarına izin mi verelim?

Seküler bir ülkede tüm iyileştirmeler niye Sünni Müslümanlar lehine diye sorma hakkımız yok mu! 12 yaşında çocuk gelinlerin ülkesinde efendilerinin fıtratı gereği! çıkardıkları genelgelerle ortaöğretimdeki okulların bir çoğunu İmam Hatip yapıp gayrimüslimlerin çocuklarını bile bu okullara kaydedip 12 yaşında okul çocuklarının başlarını örttürenlere; “Ruhban Okulunu niye açmıyorsun?” “Cemevlerini ibadethane statüsüne niye almıyorsun?” “İmamların maaşlarını bütçeden karşılayıp diğer din adamlarının ücretlerini niye ödemiyorsun?” demeyecek miyiz!..

“Bir bebekten katil yaratanların” dindar mı kindar mı oldukları çok mu önemlidir? Ve sonra da dönüp -benim katilim- iyidir mi diyeceğiz…

Yaşadığımız coğrafyada yıllardır neler yaşandı ve ıskalandı!

Neredeyse son yüzyıldır ulus devlet yaratma çabamızın sonucu; biri hala devam eden onlarca ayaklanma, insanları yurt belledikleri yerlerden eden mübadeleler, varlık vergisi, sürgünler sonucu yarattığımız Anadolu diasporası, 6-7 Eylüller, antisemitizm ve modern-postmodern darbelerden haberimiz yok mu sanıyorlar?

Yaradılanı yaradandan ötürü sevme safsatalarına; Rahip Santoro, Hrant Dink, Malatya Zirve Yayınevi cinayetleri ortadayken, Roboski 1000 gündür adalet beklerken, Kürdistan’da çocuklar ölürken, Gezi Direnişi’nde öldürülen çocukların anaları mitinglerde 100binlere yuhalatılırken, Soma kaderine terkedilmiş ve hergün yaşanan işçi ölümleri rutine binmişken kimi nasıl inandırabilirler?

Ayrıca niye iki yoldan birini seçmek zorunda olalım, üçüncü bir yol yok mudur? veya birlikte yaratamaz mıyız? Akp siyasetinin milliyetçi-ümmetçi ve giderek totaliterleşen çizgisine karşı, tüm ötekileri-ötekileştirilenleri kapsayan en azından demokrat duruş geliştirilemez mi? Milliyetçi-ümmetçi Yeni Osmanlı (Akp) zihniyeti ile İttihat ve terakki –Teşkilatı mahsusa (Chp) çizgilerinin yüzyıllık başarıları! ortadayken içinde bulunduğumuz konjonktür “ya bizdensin, ya paralel-ergenekoncu” fasit dairesine sıkıştırılacak kadar basit midir?

Üçüncü bir yol yeni bir Cumhuriyet nasıl ve hangi ittifaklarla yaratılabilir?

Ümmetçilik üzerinden yeni Türk-Kürt ittifakı “ayaklar altına alınan” milliyetçilik ile kadim Anadolu Halklarının hiçe sayılması üzerinden yeniden kurgulanıyor. 1915 kıyımı, Trakya pogromu, mübadeleler, 6-7 Eylül, Ezidi ve Süryanilerin sürgünü bile yetmedi; yeniden kurgulanan düzen!de Cumhurbaş(ba)kanı RTE’nin deyimiyle “…Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkez, Abazası var hatta var oğlu var…” ama bu toprakların kadim Müslüman olmayan halkları Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Ezidiler ve Süryaniler her zaman ki gibi yoklar!

Hassasiyet Yeni Ümmet için var; peki barış ümmet üzerinden kurgulanabilir mi?

Sınavın hassasiyeti burada ve kaldıracı da tam buraya kurmamız gerekiyor!

“Yeni Türkiye”yi ümmet birliği olarak tarif eden iktidarın alternatifi olduğu uzun bir süre sonra siyaseten hissedilmiştir. Hdp siyasetinin Radikal Demokrasi ve Yeni Yaşam Projesinin kitlelerden teveccüh görmesi derin devleti ve yancısı Akp iktidarını korkutmuştur.

“Alavere dalavere Kürt Memet nöbete”

Yeni ikili senaryolar; Mit Başkanı Hakan Fidan’ı İmralı’ya gönderirken Cumhurbaş(ba)kanı RTE’nin “onların anladığı dilden konuşuruz” söyleminde, Lice-Heykel sürecinde ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle aralarından su sızmazken Şengal ve Rojava’da Ezidiler, Kürtler ve Şii Türkmenlerin Selefi çete IŞİD tarafından katledilmelerine sessiz kalıp bir nevi çanak tutarak kendini bulmuş, Cidde Bildirgesi ve IŞİD’in elindeki rehinelerin kurtarılma! operasyonunda doruğa çıkmıştır…

“Kapımıza değil; Kalbimize vuran buyursun”

Eylemler söylemlerin önüne geçmiştir. Hdp 2014 yerel seçimleri ve cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde tam da kendisinden bekleneni yaparak tüm ötekileştirilen ve şeytanlaştırılanların yanında yer almış, farklılıklarımızın zenginliğimiz olduğu bilinci ile dindar veya kindar nesil yerine özgürlük, eşitlik, adalet ve temel insan haklarından ve demokrasiden yana birey “insan” yaratmanın pratiği hep birlikte yaşanmıştır.

“Ülkeyi beraber kurtardık” retoriği ve  “suçlu geçmişin” ritüel tavırlarındaki eda ile bu lanetli harfler ülkesinde sadece kendi Kürtlerinle barışarak (değil) ebru’nin güzel ahengini yansıtan coğrafyanın kadim tüm ezilen halklarına rağmen sürecin yürütülmesinin mümkün olamayacağı gösterilmiş ve halkların “Birlikte Yeni Yaşam” çatısı çatılmıştır.

Üçüncü yol halkların birlikte yaşama iradesinde hayat bulacaktır…

“Fakir ama onurlu genç”

23.09.2014 18:45:29

fakir-ama-gururlu-63D9-C284-CADC

El hak!

2002 sonrasında kamusal alanda pek görünür ol(a)mayan (ötekileştirilmiş) dindar(müslüman) muhafazakar kesim bu süreç içerisinde pek de görünür hale geldiler.

28 Şubat sürecinde 1000 yıl sürecek denilen operasyon 6 yıl sonra yerle yeksan oldu.

Kendini demokrasi cephesinde kabul eden her bireyin askeri vesayetin sona ermesi noktasında karşı çık(a)mayacağı hatta memnun olması gereken gelişmeler de bu süreçte meydana geldi.

2001 krizinin ekonomik ve sosyal hayatta oluşturduğu tahribatın yarattığı siyasal boşluğa (cuk) oturan ve onun meyvelerini 3 Kasım 2002 seçimlerinde toplayan Akp iktidarı başlangıçta bir koalisyonlar ortaklığı şeklindeydi.

Yıllar boyu kendini ifade edememiş sistem tarafından ötekileştirilip şeytanlaştırılmış tüm toplum kesimlerinden de destek alarak seçim(ler)i kazandı.

Ama tabi ki bu topraklarda seçimi kazanmak “iktidar” olmaya yetmiyordu!

Abd’nin de 11 Eylül 2001’de yaşadığı travma sonrasında geliştirdiği yeni strateji doğrultusunda genelde müslüman coğrafyasında ve özellikle Ortadoğu coğrafyasında “Ilımlı İslam” konseptinin ağır abiliğine Akp(Rte) yerleştirildi.

Körfez Savaşı sonrasında (Bop işlemeye başladı) Ortadoğu’nun yeniden dizaynı Irak’ın işgali ve sınırların yeniden çizilme süreci başlatıldı. Bu aynı zamanda İsrail‘in güvenlik sorununu da oluşturuyordu (Akp’nin 2009’a kadar ki İsrail’le ilişkileri ve İsrail lobi faaliyetleri unutulmamalı).

Koalisyon ortaklarının da yardımı ile Türkiye Yeni! Türkiye’ye doğru kanat açtı.
Sonrası malumunuz…Hep birlikte yaşadık ve gördük ki “bu topraklarda düşman yoktu sadece olası müttefikler vardı”…

Pragmatik bir tavırla konjonktür neyi gerektiriyorsa (Allah’ı var!) Akp bunu yaptı.
İstediği zaman gündem yaratarak istediğinde gündemi değiştirerek her daim mağduru oynayarak biraz ağlayıp bolca(anamızı ağlatarak!) ahvalimize de gülerek bizi bugünlere getirdi.

Dünün hak ihlaline uğramış bugünün mağrurları Alternatif Osmanlı Paradigması’yla Yeni Türkiye’yi kuracaklarını sanıyorlarsa bu üstenci bakış için onlara bir şey hatırlatılmalı; bir zamanlar Türk filmlerinin unutulmaz karakteri “fakir ama onurlu genci”…

Ama Osmanlı’da da oyun bitmez…

Ayrıca malumaliniz Osmanlı’da düello geleneği yoktur onun yerine pusu kurma alışkanlığı gelişmiştir!

Pusulardan pusu beğenip en sonunda halkımız “Reaksiyon” veriyor ve “Kurtlar Vadisi Pusu”da karar kılıyor…

Eee artık onlar ersin muradına biz çıkalım kerevetine…